Yaklaşık 40 yıldır arıcılık alanında önemli çalışmalara imza atan Prof. Dr. Ahmet Güler, yerli arı ırklarının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu belirtti. Türkiye’nin dünyadaki arı ırkının yüzde 23’üne sahip olduğunu ifade eden Güler, Çin’den sonra en fazla Türkiye’nin arı kolonisine sahip olduğunu vurguladı. Bebek mama çantası gibi çeşitli yollarla Türkiye’ye yılda en az 50 bin ana arının sokulduğunu bildiren Güler, bu sebeple yerli ırklar genetik karışıma uğrayarak ırk özelliklerini kaybettiğini ifade etti. Buna karşı gümrüklerde yetişmiş elemanların bulundurulması gerektiğini dile getiren Güler, yerli ırkları korumak için kaçakçılığın önüne geçilerek ıslah çalışmalarının yapılması gerektiğini kaydetti.
“Irklarımızın çok önemli bir kısmı ırk özelliklerini kaybetmiş durumda”
Bal arasının ana vatanın Afrika olduğunu belirten Güler, “Afrika’dan sonra yerleştiği ve adapte olduğu ilk yer Anadolu’dur. 8 milyon koloni ile Türkiye Çin’den sonra en fazla koloniye sahip ülkedir. Daha da önemlisi 7 iklim bölgemize adapte olmuş arı ırklarımız var. Dünyadaki arı genetik çeşitliliğinin yüzde 23’ü Anadolu topraklarında bulunuyor. Ama bu ırklar bu genetik çeşitlilik çok büyük tehlike altında. Bunun sebebi; arı ırklarımız yüksek verim vermiyor diye yurt dışından ana arı getiriliyor. Oysaki Türkiye’ye arı girişi yasaktır. Ama kaçak yollardan Türkiye’ye yılda en az 50 bin ana arı girişi yapılıyor. Kaçak getiriliyor. Bu arılar bebek mama çantası, cepte ve çeşitli yollarla ülkeye sokuluyor. Bu ana arılar ülkemize geldiğinde, yerli ırklarımız genetik karışıma uğrayarak kendi ırk özelliklerini kaybetmeye başlıyor. Elimizdeki verilere göre zaten arı ırklarımızın çok önemli bir kısmı ırk özelliklerini kaybetmiş durumda. Eğer önlem alınmazsa çok kısa bir gelecekte geri kalan ırklarımız da kaybetmiş olacağız. İlgili bakanlığın mutlaka bir şeyler yapması gerekir. Gümrüklerde, havaalanlarında ana arı girişine karşı önlem alınmalı. Bu noktalarda işin uzmanı olan yetişmiş eleman bulundurmamız gerekiyor. Bizim arılarımız milyonlarca yıldır bu bölgelere adapte olmuştur. Buradaki olumsuz koşullarla mücadele etmesini öğrenmişlerdir. Ama genetik karışıma maruz kaldıklarında. Bu özelliklerini kaybediyorlar, daha hırçın hale geliyorlar ve özelliklerini kaybediyorlar. Bu çok önemli bir konudur” dedi.
“Yarın ‘arı vermiyoruz’ derlerse o zaman ne yapacağız”
Yurt dışından arı getirilmesinin sürdürülebilir bir çözüm olmadığını ifade eden Güler, “Dünyada mevcut olan çiçekli bitkilerin en az yüzde 68’i arılar sayesinde geleceklerini devam ettirebiliyorlar. Çünkü bu çiçeklerdeki döllenmeyi bal arıları yapıyor. Siz bir yabancı arı getirdiğiniz zaman oradaki çiçeği bilmiyorsa, oradaki bitki de döllenemiyor. Onun için bu yurt dışından ana arı getirilen bu sistemde sürdürülebilirlik yoktur. Yurt dışından yabancı arıların gelmesiyle çok büyük kayıplar veriyoruz. Çok büyük olumsuzluklar yaşıyoruz. Bu mutlaka engellenmeli. Bu konu şu anda arıcılık sektörünün en önemli sorunudur. Bazı arı yetiştiricilerimiz şu aşamada yüksek verimden ötürü belki fazla para kazanabiliyorlar. Ama biz bu ırkları sürekli yurt dışından getirirsek oralara bağımlı hale geleceğiz. Yarın ‘arı vermiyoruz’ derlerse o zaman ne yapacağız” diye konuştu.
“Bal verimi yüksek, hastalıklara dirençli arılar ıslah edelim”
Yerli arı ırklarının korunması için bazı önlemlerin alınması gerektiğini dile getiren Güler, “Öncelikle kendi arı ırklarımızı önce korumamız gerekiyor. Daha sonra belli özellikler yönünden bunları ıslah edelim. Bal verimi yüksek, hastalıklara dirençli olan arılar ıslah edelim. Ama bu ıslah çalışması bir örgütlenme ile mümkündür. Bu bireylerin ve işletmelerin tek başına yapabilecekleri bir şey değildir. Bizim üniversite olarak kendi ıslah çalışmalarımız var ama bu yeterli değildir. Bakanlık organizasyonunda; üniversiteler, birlikler, arı yetiştiricileri ve özel sektör mutlaka bu işin merkezinde yer almalıdır” şeklinde konuştu.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)